İlk kreş tecrübemi bir başka yazımda anlatırım. İlk kreş tecrübemden sonra bir sonraki kreşte/okulda neyi arardım diye kendime sorduğumda sanırım ilk üçe şunlar girer:
- Dürüst, beni velinimet saymayan, şeffaf bir okul yönetimi
- Sefkatli, mümkünse şiddetsiz iletişim eğitimi almış, çocukları yılın ortasında yarı yolda bırakmayacak kadar ahlaki değerleri gelişmiş bir öğretmen
- Kurala dayandırılmamış yapılandırılmamış bolca serbest oyun
uzlaşma zamanı
5 Ağustos 2019 Pazartesi
2 Ağustos 2019 Cuma
Yanyana cancana olmak
Hayatımdaki en büyük gerçekliğim kızımla ve eşimle yanyana cancana olmak, daha ötesi yok.
1 Ağustos 2019 Perşembe
Kreşe Alıştırma Süreci Nasıl Olmalı ?
Kızım Eylül doğumlu. Kreşe 33 aylıkken Temmuz gibi başladı. Bu ayda kreşe başlatmamızın sebebi o zamanlar için, yaz ayında kreşler daha eğlencelidir, sevme ihtimali artar, çocuk sayısı azdır, öğretmeni kızımla daha iyi ilgilenebilir, hastalık azdır diye kendimizce sebeplerimiz vardı. Kreşe başlayınca anladık ki bir de madalyonun öbür tarafı var. Yaz dönemine geldiği için adaptasyonuyla ilgilenen öğretmen 2 hafta sonra tatile gitti, bütün arkadaşları Ağustos ayını evlerinde geçirdiler. Bu dönemde hasta olmadı ama hastalık dönemi Eylül ayına gelindiğinde ilk hastalananlardan biriydi. Bağışıklığı ilk iki ayda hiç güçlenmedi çünkü ortada hastalık yoktu. :)
Ama tüm bunları bir tarafa koyacak olursak oldukça başarılı bir adaptasyon dönemi geçirdi.
Kreş öncesinde haftasonları Binbir Çiçek Montessori Anaokulunun iki saatlik oyun gruplarına altı hafta kadar katıldık. Gelen LEGO Duplo Anaokulu hediyesinin de faydasını gördüğümüzü söyleyebilirim. Ayrıca serisini severek okuduğumuz Nele kreşe gidiyor kitabını da kızım çok sevmiş; sık sık okutturmuştu.
Bunun yanısıra ebeveynlik anlayışıma uygun Berlin Adaptasyon Modelini okumuş, ziyaret ettiğim kreşlerin adaptasyon uygulamaları ile karşılaştırmıştım. Adaptasyon uygulamaları benim için kreşi seçmemde önemli bir kriter olarak listemde yer alıyordu.
Açıkçası çok farklı uygulamalarla karsılaştım. Çokça araştırdıktan ve gönlüme uygun kreşler bulduktan sonra gönlümüzü değil de mantığımızı dinleyerek evimize oldukça yakın bir kreşi seçmekte karar kıldık. (Bu kreş konusu da bir başka blog yazımın konusu olsun, İsmi de İlk Kreş Tecrübem olsun ).
Bu kreşle ilgili yaşadığım tüm hayal kırıklıkları bir tarafa, adaptasyon süreci çok içime sindi. Öncelikle söylemeliyim ki adaptasyon süreci 10 işgününe yayılmıştı. Nasıl bir 10 işgünü olduğu detaylı bir şekilde aşağıda yansıtmaya çalıştım.
1.HAFTA
1. Gün: Kahvaltımızı yaptıktan sonra gibi 10.00 gibi kreşe geldik. Oyuncakların olduğu boş bir odada kızım 45 dakika-1 saat kadar öğretmeniyle oynadı. Odanın açık kapısına bir sandalye koymuşlardı beni oraya oturttular. Beni görüyordu istediği takdirde onunla iletişime geçiyordum. Aralarındaki bağı kurmaları amacıyla istenmedikçe sessiz kalıp gözlemeyi tercih ettim. (Beni de oyuna dahil etmek isteseydi büyük bir ihtimalle bu ihtiyacını görür ve katılırdım. Adapte olmalı alışmalı duygusundan hareketle bu ihtiyacını görmemezlikten gelmezdim.) 1 saatin sonunda yarın yine gelip oynayabilirsin diyerek en tatlı yerinde bizi gönderdiler.
2. Gün: Biraz daha erken gelmemiz istendi, 1.30 saat kadar oynadı kızım, Odanın kapısı yine açıktı ancak beni görebileceği yere değil de kapıdan kafasını uzattığında görebileceği bir yere oturttular. Herşey yolunda gidince bizi 1.30 saat sonra gönderdiler.
3. Gün: 9.30-10.00 gibi geldik, bu sefer odadan uzak ama kızım istediğinde beni görebileceği bir yere oturttular, sanırım 1 saat kadar oynadı, sonra başlayacağı sınıftan sakin uyumlu ona eşlik edebilecek iki arkadaşı yanına aldılar. Onlarla da oynadı ve yine en tatlı yerinde bizi gönderdiler.
4. Gün: 11 gibi kreşe gelmemiz istendi. Ben yine başka bir odada onu bekledim. Bir gün önce tanıştığı ve oynadığı iki arkadaşıyla sınıfa girmiş. Sınıfta 1 gün önce olsa dahi tanıdığı birileri olduğundan kendisini o kadar da yabancı hissetmediğini varsayıyorum. Kızıma arkadaşlarının öğle yemeğini yiyeceği isterse yarın kendisinin de yiyebileceği söylenerek bana teslim edildi.
5. Gün: Sınıfta ikinci günü idi. Arkadaşlarıyla oynadıktan ve yemek yedikten sonra arkadaşlarının simdi uyuyacağı söylenmiş onların pijamalarını giydikleri gösterilerek bize teslim edildi.
(İlk hafta sonunda öğleden önceki süreç öğle yemeğiyle birlikte tamamlanmış oldu. İlk üç gün için yıllık izin aldım. Geri kalan iki gün için iş yerinden sabahları izin almış, kızımı öğlen babaannesine bıraktıktan sonra işe geçmiştim.)
2. HAFTA
İkinci hafta da öğleden sonraki süreci tamamlayacağımızı anlamıştım.
6. Gün: Araya haftasonu girdiği ve kızımın kendisini endişeli hissedebileceği varsayımıyla 5. gün (Cuma günü) tekrarlandı. Kreşe geldi, oyun oynadı, öğle yemeğini yedi, arkadaşlarının uyku odasında pijamalarını giydiğini gördü, uyuyacağı yer gösterildi, bize teslim edildi.
7. Gün: Öğle yemeğinden sonra ilk kez bugün pijamaları giydirildi, şimdi tam hatırlamıyorum ama ya uyumadı ya da 45 dakika uyudu. Uykudan kalktığında endişelenmemesi için bizim uyku vaktinde kreşe gelmemiz söylendi.Kızım kalktığında giydirilip bize teslim edildi.
8. Gün: Uykuya ikindi öğünü de eklendi. Uyandı yada en azından yatağında dinlendi, kalktılar hep birlikte ikindi yemeğini yediler bize teslim ettiler. Ama ben olur da uyumaz ve ağlarsa diye uyku saati süresince ve sonrasında oradaydım.
9. Gün: İkindi yemeğinden sonraki oyunu ekleyerek teslim ettiler.
10. Gün: Oyundan sonraki mevsim meyvesini yedi ve teslim edildi. Böylece kreşteki döngü 10 işgünü sonunda tamamlanmış oldu.
(İkinci hafta da genelde sabahları çalıştım öğleden sonraları izin aldım. Uyku saatlerinde uyanır ve beni ister diye bekledim. Öğlene doğru kreşe geldim, bir iki saat orada vakit geçirdim, kızım alıp babaanneye bıraktıktan sonra işe gittim.)
Kızım kreşteki adaptasyon sürecine tepki gösterseydi elbetteki bu süreç daha yavaş ilerleyecekti. Ama tepkisini azaltmak adına da sürecin oldukça yumuşak bir şekilde yönetilmesi ve ebeveynlik anlayışıma yakın olması beni ayrıca mutlu etmişti. Bunun yanısıra, kreşe başladığı ilk bir ay bol bol birlikte olmayı, oynamayı ve ten temasını artırdık. İlk ay içinde kızımı mümkün olduğunca her gün yarım saat erken almaya çalıştık.
Umarım bu süreç kalbinizdeki ve zihninizdeki endişeleri biraz azaltmış olup; yol haritanızı belirlemenize yardımcı olmuştur. Sevgiler.
24 Temmuz 2019 Çarşamba
Vitaminler, çekirdek aile ve yalnızlık
Bu sene kızım kreşe başladı. Ve
beklenildiği üzere hiç olmadığımız kadar hasta olduk. İlk senenin zor
geçeceğini biliyordum ama buna rağmen bu kadar hastalanacağını tahmin
edememiştim. İşte bu noktadan sonra işler değişti.
Kızımı küçüklüğünden beri götürdüğüm doktoru, kendisi
55 yaş dolaylarında, herşeyin oldukça normal olduğunu, hastalanarak
bağışıklığının güçleneceğini endişelenmemem gerektiğini söyleyerek hiç
bir vitamin önermedi aksine vitamin kullanmamam konusunda beni ciddi bir
şekilde uyardı. Yine benzer yaşlarda bir başka çocuk doktoru kendi çocuk
doktorumuzu teyit etti. Ben de kızıma hiç vitamin vermeden sarımsak, tarhana
turşu, c vitamini, yoğurt, kefir, balık kuruyemiş, köy tavuğu, tahin pekmez bal
gibi ürünlerle kendimce iyi beslemeye çalıştım.
Ancak hastalıkların önüne
geçemediğimin farkındaydım. Çevremdeki anneler kızımın öksürmesini ateşini
viral enfeksiyonunu gördükçe duydukça vah zavallı yavrucak bu senede ne kadar
hastalandı, bir kan tahlili mi yaptırsanız acaba, bir şeyler mi kullansanız
diyor bana kendi kullandıklarını öneriyor; çocuklarının hastalanmaması veya
hastalığı çabuk atlatmasıyla övünüyorlardı. Eczacım artık besinler eskisi gibi
değil düşündüğünüz vitamini besinlerden alamıyorsunuz sizce yediğimiz balıklar
yeterince soğuk su balığı mı omega 3 alabildiğinizi yada çocuğunuza
verebildiğinizi mi düşünüyor musun diyerek kendimi yetersiz hissettiriyordu.
Kendimi oldukça arada sıkışmış
hissediyordum. Doktorlarıma ve söylediklerine güveniyor ve dışarıdan hap
ve/veya şurup şeklinde vitamin alma işine içsel sesim karşı çıkıyor ancak
kızımın sürekli ateşlenmesine ve her beta olduğunda antibiyotik kullanmasına
üzülüyor, yaptıklarımı meşru kılmaya iyi bir anne olduğumu, çocuğumun sağlığını
herkesten çok düşündüğüm konusunda insanları ikna etmeye çalışıyordum, şimdi
dönüp olan biteni düşündüğümde. Ancak herşey ve kızımın gelişimi oldukça
normaldi.
Kendi naçizane gözlemim, bu vitamin kullandırma
konusunda eski jenerasyon doktor ve eczacıların daha şüpheci davrandıkları,
yeni nesilin ise çok da riskli görmediği idi.
Çalışan bir anneyim, büyükşehirde yaşıyorum
(çocukların sürekli AVMlere götürüldüğü her türlü katmerleşmiş mutasyona
uğramış mikroplarla karşılaştırıldığını saymıyorum bile). Kızım her
hastalandığında en azından ilk birkaç gün izin alarak ateşi düşene toparlanana
kadar bakıyor, sonra da ya kreşine gönderiyor ya da bir iki gün daha dinlensin
diye babaannesine gönderiyordum. Kızım her hastalandığında şanslı değilsek biz
de hastalanıyorduk. Ona vitamin vermeyen ben kendim için D vitamini ve
B12 takviyesi alıyor, kızım gibi besleniyor, zencefiller zerdeçallar
yiyor hastalanmamın önüne geçemiyordum.
Kısacası, o yorgun... ben yorgun...
eşim yorgun... Hepimiz onun bağışıklığının güçlenmesini sabırla bekliyorduk.
Birgün kızım yine ateşlendi ama eşim de ben de işte oldukça yoğunuz mümkün
değil izin alamayız, kızımı da o gün için zar zor bırakabildim babaannesine.
Herkesin yaşamı kendi işi vardı, bir şekilde bunu da öğrenmem gerekiyordu. İzin
mi yoksa rapor mu alsam ne yapsam diye düşündüğümü ve darlandığımı
çok net hatırlıyorum. O ara tepem attı. Tüm olana bitene saydırdığımı ve
başlıkta geçen vitamin çekirdek aile ve yalnızlık kurgusu üzerinde oldukça
düşündüğümü hatırlıyorum.
Sanırım eskiden büyük aileler
halinde yaşanırdı ya da anneler çoğunlukla ev hanımıydı. Çocuk hastalandığında
bir an önce ayağa kalksın diye vitaminler verilmez akla vitamin bile gelmezdi.
Çocuk evde yatar, iyi beslenir, dinlenir, toparlanır iyileşince de tekrardan
okuluna giderdi.
Bugünlerde hepimiz bir nevi at gibi
olmalıyız, hemen ayağa kalkmalıyız, çocuklarımızın uzun süreli hasta olma
lüksleri yok; bizim onlara bakma ve hasta olma lüksümüz yok. Sistem, iş ve
özlük haklarımız bizden bunu talep ediyor. Çekirdek aileyiz ve bir nevi
yalnızız. Herkes iyi olmalı, işine okuluna en kısa sürede dönmeli. İşte bu
minvalde vitaminler işin içine giriyor. Hasta olmamak
ve çocuklarımızın hasta olmaması için bahar geçişlerinde öncesinde
sonrasında ama hep bir şekilde düzenli olarak vitamin almamız için zorluyor
yaşamımız. Buna ikna olmuş yüzbinlerce aile var, senin vitamin vermek
istemeyişin ise bir şekilde garip karşılanıyor günümüz Türkiyesinde.
Vitamin vermeden çokça hastalanarak
çokça yorularak gündelik yaşam konforumuzu yitirerek, iş ile ev arasında
bölünerek bir yılı geride bıraktık gibi. Kızımın bağışıklığının bir nebze
güçlendiğini umuyor, gelecek yılı düşünüyorum.
24 Ağustos 2017 Perşembe
İyileşmek Sevgiden Geçer
Sarılın, çocuklarınıza sıkı sıkı sarılın, sırtını
sıvazlayın, buradayım deyin, geçecek deyin, güven verin....
Bu aralar en çok takık olduğum konu, her bebek /her
küçük çocuk düştüklerinde, kafalarını bir yere çarptığında veya dedikleri
yapılmadığında genelde canı acıdığından/ isteği yerine getirilmediğinden
veya gün içerisinde yaşamış olduğu stresini atmaya ihtiyaç duyduğundan
ağlar.
Buraya kadar her şey
normal, normal olmayan annelerin veya babaların takındıkları tavır...
İlgilendiklerini göstermiyorlar, yokmuş, olmamış gibi
davranıyorlar ve bunu çocuğun iyiliği için yaptığını ifade ediyorlar.
İlgilendiklerinde çocukların daha çok ağladığından bahsediyorlar, elbette
ağlayacaktır, size de öyle olmaz mı ? Yanında kendinizi iyi güvende
hissettiğiniz birisi kötü bir günün/olayın sonunda size dokunarak ne oldu
yardım edebileceğim bir şey var mı diye sorarsa hüngür hüngür ağlayarak
rahatlamaz mısınız ? Aynı şey sizce çocuğunuza da olmuyor mudur ?
Aslında bu bilindik bir çocuk eğitim yöntemi, çevremde
sıklıkla da görmüşlüğüm var. Ama şimdilerde canımı acıtıyor, hele de
annelerin/babaların üstten üstten ve de bazen uzaktan (ten temasında
bulunmayarak) bir İsviçre mürebbiyesi edasıyla "acımadı ağlamıyoruz",
"ağlamakla dediğini yaptıramazsın" demelerini acımasız
buluyorum, çocuklarının küçük gönüllerinde yaralar açtığını düşünüyorum.
Ağlıyorsa canı acımıştır, talebi sizin kırmızı
noktalarınızdan birisiyse yine isteğini yerine getirmeyin, ama sarılın, sevin,
öpün, koklayın, iyi hissettirin, sakinleştirin, sakinleştiğinde de neden
yapamayacağınızı anlatın.
Belki bu seferlik ağlama krizini yeterince iyi
yönetemeyeceksiniz ama sarılmanız sonraki zamanları da etkileyecek şekilde iyi
gelecektir çocuğunuza veya beklediğinizden daha çabuk bir şekilde çocuğunuz
sakinleşecektir.
Dokunmanın sevmenin, sarılmanın gücüne inanın....
Not: İyileşmek sevgiden geçer, bu cümle şimdilerde
okuduğum Nilüfer Devecigil'in Işığın Yolu adlı kitabından…
14 Ağustos 2017 Pazartesi
Memeyi Emmeyi Şefkatle Sonlandırmak
Bugün önemli bir gün, bu hafta sonu kızımla meme emmeyi sonlandırdık. Açık konuşmak gerekirse, doktorumun tavsiye ettiği ayı dikkate alarak (23 aylık) ben bitirmemiz gerektiğini ona anlattım, o da anlamak zorunda kaldı. İkimiz de üzgünüz... Bu konuşmayı yaptığım ilk dakikalar o çok ağladı, ben çok üzüldüm, konuşma sürerken aklımdan erken miydi, hazır değil miydi, yöntemim mi yanlıştı diye sorular geldi geçti, heyecanlıydım.
İlişkilerde çok seven tarafın ağlaması gibi hıçkıra hıçkıra ağladı. Ya da kuzumu hiç bir türlü ağlatmayla terbiyeye inanmayan benim için kızımın ağlaması bana çok ama çok uzun geldi. Deprem gibiydi, aslında 3 dakika süren ama uzun koca geçmek bilmeyen 3 dakika gibi...
İki haftadır kızımın sıkıntılarını dikkate alarak ertelemiştim, bu hafta sonu keyfinin ve enerjisinin iyi olduğu görünce kızımla konuşmaya başladım. Cümleye nasıl başladım nasıl devam ettim açıkçası heyecandan hatırlamıyorum, kızım kadar benim için de oldukça önemli bir dönemin sonlanmasıydı ne de olsa...
Kızımın dil gelişimi aydaşlarına göre oldukça gelişmiş, anlayabilen ve kendisini iyi anlatabilen çocuk, bu bir çok şeyi kolaylaştırıyor bir bakıma.
Kızıma meme perisinden bahsettim, kızım doğduğunda gelen annesinin memelerine süt koyan bir periden.. Bu peri sayesinde sen büyüdün kuzum dedim, emekledin tay tay yaptın, yürüdün, koştun zıpladın konuşmaya başladın, bu kadar büyüdüğümüz için meme perisi gelip, ama bu kuzu cok büyümüş aferin ona ben o zaman artık bu sütü başka küçük ınga bebeklere vermeye gideyim, onlar da büyüsün dedi, dedim. Ben de üzüldüm kızım, ama meme perisinin anlattıklarını da anladım dedim. İsmen tanıdığı arkadaşlarının isimlerini zikrettim, dün de o kardeşe gitmiş, ona da çok büyümüşsün yarın da diğer kardeşe gidecekmiş.
İki gün boyunca onunla hep yanyana koyun koyuna yattım oynadım, şakalaştım, ben buradayım kızım dedim seni çok ama çok seviyorum...
Umarım kızımı yaralamamışımdır, bu süreci doğru düzgün tamamlayabilmişimdir.
Seni çok seviyorum kızım, sen dünyaya geldiğinden beri, dünyam değişti, sinem genişledi...
İyi ki varsın !!!
10 Ağustos 2017 Perşembe
İçimi Dökme Mecraları
Başlangıçta herkeste olduğu gibi bu bloğu kendim için oluşturmuştum. Söz uçar yazı kalır mantığıyla kendimi kendime anlatmak, düşüncelerimi duygularımı netleştirmek için.
Üretken bir blog yazarı olmadığım, bilgisayarın başına geçmeden önce ne yazmayalım diye endişelendiğim, acaba okunur muyum hayaliyle ortaya koyduğum her yazının birilerinin kalbine beynine ruhuna dokunmasını istediğim açık...
Bu tavrım her zaman olduğu gibi, beni hayatta üretmekten ve uygulamaktan alıkoyuyor. Ama bugün aldığım bir yorum beni heyecanlandırdı. Yazdıklarımın birisinin yüreğine beynine dokunduğunu bilmek... Sanırım her blog yazarı yaşamıştır bu duyguyu.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)