16 Mayıs 2013 Perşembe

Bahar Gelmişken / Gitmek - Can Yücel

Gitmek ...

Bu günlerde herkes gitmek istiyor.
Küçük bir sahil kasabasına, bir başka ülkeye, dağlara, uzaklara...
Hayatından memnun olan yok.
Kiminle konuşsam aynı şey...
Herşeyi, herkesi bırakıp gitme isteği.
Öyle "yanına almak istedigi üç şey" falan yok.
Bir kendisi...
Bu yeter zaten. Herşeyi, herkesi götürdün demektir...
Keşke kendini bırakıp gidebilse insan. Ama olmuyor.
Hani kendimizden razıyız diyelim, öteki de olmuyor.
Yani herşeyi yüzüstü bırakmak göze alınmıyor.
Böyle gidiyoruz işte.
Bir yanımız "kalk gidelim", öbür yanımız "otur" diyor.
"Otur" diyen kazanıyor. O yan kalabalık zira...
iş, güç, sorumluluk, çoluk çocuk, aile, güvende olma duygusu... En kötüsü alışkanlık; alışkanlığın verdiği rahatlık.
Monotonluğun doğurduğu bıkkınlığı yeniyor. Kalıyoruz...
Kuş olup uçmak isterken, ağaç olup kök salıyoruz. Evlenmeler...
Bir çocuk daha doğurmalar...
Borçlara girmeler...
İşi büyütmeler...
Bir köpek bile bizi uçmaktan alıkoyabiliyor.
Misal ben... Kapıdaki Rex'i bırakıp gidemiyorum.
Değil bu şehirden gitmek, iki sokak öteye taşınamıyorum.
Alıp götürsem gelmez ki...
Bütün sokağın köpeği olduğunun farkında.
Herkes onu, o herkesi seviyor.
Hangi birimizle gitsin?
"Sırtında yumurta küfesi olmak" diye bir deyim vardır; Evet, sırtımızda yumurta küfesi var hepimizin.
Kendi imalatımız küfeler.
Ama eğreti de yaşanmaz ki bu dünyada. Ölüm var zira.
Ölüme inat tutunmak lazım.
Bari ufak kaçışlar yapabilsek. Var tabi yapanlar, ama az.
Sadece kaymak tabakası; hepimiz kaçabilsek...
Bütçe, zaman, keyif... Denk olsa.
Gün içinde mesela... Küçücük gitmeler yapabilsek.
Ne mümkün.
Sabah 9, aksam 18. Sonra baska mecburiyetler Sıkışıp kaldık.
Sırf yeme, içme, barınmanın bedeli bu kadar ağır olmamalı.
Hayatta kalabilmek için bir ömür veriyoruz.
Bir ömür karşılığı, bir ömür yani. Ne saçma...
Bahar mıdır bizi bu hale getiren? Galiba.
Ben her bahar aşık olmam ama her bahar gitmek isterim. Gittiğim olmadı hiç. Ama olsun...
İstemek de güzel.
CAN YÜCEL

22 Nisan 2013 Pazartesi

La Foule


Güven Hastanesine giderken sade ama zevkli döşenmiş cafe gördüm. La Foule. Tıklım tıklım Tunalı Hilmiye inat sessiz, sakin, huzur dolu... Almancada "faul" tembel anlamına geldiğinden Fransızcayı bilmesem de gördüğüm ortamdan etkilenerek "La Foule" olsa olsa tembellik anlamına gelir diye düşünmüş adını çokça da sevmiştim. Ancak değilmiş. İnsanlar/yığın anlamına geliyormuş. Hatta Edith Piaf'ın söylediği ünlü bir şarkının adı imiş.

Zarif döşenmiş. Yeşil çay istemiştim, fincanla geldi, bayıldım, ince porselen, pastel renklerde üzerinde gül motifleri var. Elmalı cevizli keki o kadar lezzetli ve hafifti ki anlatamam.

Yemeklerinin de ününü duydum, ama daha denemedim.

La Foule'ın varlığını niye burada paylaşıyorum. İstiyorum ki böyle güzel kıymetli nadide yerler herkesçe bilinsin, kıymet verilsin, gidilsin. Ancak içten içe de korkuyorum Tunalı Hilmi'deki tıklım tıklım cafelerden birisine dönüşür diye...
Sırayla gidelim....

18 Nisan 2013 Perşembe

Ankarada vintage mağazaları


Vintage mağazalarına düşkünlüğüm, Londra'da başladı. Haftasonu Portobello'ya gider antika satan mağazalara girer uzun uzun incelerdim. 40'lı yıllara ait gelinlikleri, elbiseleri, ince porselenleri incelerken bulurdum.
Ankara'da yaşamaya başladığımdan beri vintage mağazalarının varlığını araştırıyordum. Araştıyordum fiilini lütfen gözünüzde çok büyütmeyin. Google'a anahtar kelimeler giriyor, birilerinin daha önce bunu merak etmiş araştırmış ve kaleme almış olmasını umuyordum. Yanılmışım...
Kuğulu İş Merkezinde Sandık adlı bir mağazanın olduğunu öğrendim, ancak ben gidene kadar çoktan kapanmıştı.
İlk mağazayı şans eseri Kızılay'a doğru yürürken buldum: NANA (Bestekar sok. No:21/12)
Küçükken bizde de vardı diyebileceğin mutfak eşyaları, plaklar, kasetler, aynalar, takılar, kıyafetler, şapkalar, ayakkabılar, çantalar, sabahlıklar, gelinlik....
70'li yıllara ait eşyalar bulabileceğiniz gibi; kullanılmayıp verilen eşyaları da bulabilirsiniz. 
İkinci mağazayı yine şans eseri, arabayı Tunalı Hilmi'ye park edemediğimizden Güven Hastanesi civarına park ederken gördüm: İKİNCİ BAHAR Yağmurlu bir gün mağazadan içeri girip çıktığımda iki saat geçmişti ve 6 parça ürün almıştım. Sahibi Sevgi Hanım, tatlı bir bayan, rahat, kıyafetlere bakarken bize çay ikram etti, samimi keyifli bir ortamı var...
İki hafta sonra bir daha gittim. İki ürün daha aldım....

Ankara'da umutla mağaza arıyorum...Olur da siz, bu yazıyı okuyanlar birşey biliyorsanız, beni haberdar edin, mutlu edin...


                                      (Bu resim http://www.gazetebilkent.com/2013/04/13/modada-vintage-etkisi/ linkinden kopyalanmıştır.)


Bir haftasonumu İstanbul'daki vintage mağazalarına ayıracağım. Şimdiden uzunca bir liste hazırladım.





10 Nisan 2013 Çarşamba

Bir Kelebeğin Rüyası

Tutku dolu iki adamın tüm yokluk içerisinde şiire gönül vermişlikleri. Edebiyat hocaları Behçet Necatigil'in desteği dışında ailesi tarafından dahi kaile alınmayan halleri. Ama umurlarında değil. Fütursuzca, heyecanla, delice, tüm masumiyetleriyle şiirlere ve şiir yazmaya bağlanışları. Yok sayıyorlar hastalıklarını. Ertesi günün, saygın gören bir mesleğin, iyileşmenin derdine düşmemişler. Hayatlarının merkezine en tutkun oldukları şeyi koymuşlar.

Sanırım tüm görsel zenginliğe ve oyunculuklara rağmen beni en çok ana karakterlerin heyecanı, tutkusu ve masumiyeti derinden etkiledi.

23 Ocak 2013 Çarşamba

Arafta kalmak

İşle güçle uğraşırken, giderken gelirken bir anda ekip biçmek, enerjimi akıtmak istediğimi; orman içerisinde veya deniz kenarında küçük, sade, huzurlu, basit bir yaşam sürmek istediğimi farkediyorum. Sanki uzun süredir bastırdığım bu hayal bir anda yüz üstüne cıkıyor, ve  beni öyle rahatsız ediyor ki, kalbimi alıp ıslak bir camaşırcasına sıkıyor.
Yaşamımla, isteklerimle ve bu ikisinin birbirlerine yakın bile olmaması gerçeği ile kala kalıyorum.  Bu gerçekle sık sık başbaşa kaldığım için alıştım sanırım, mutsuzum ancak mutsuzluğumu dikkate almıyorum. Biliyorum ki; bu huzursuzluğum/mutsuzluğum ne ilk ne de son olacak, bir kaç gün sonra kendiliğinden geçecek ta ki bir sonraki sefere kadar.
Sanırım bu sebepledir ki kocamı da alıp başımı gidemiyorum. En büyük dileğim; birisinden biri ağır basmalı ve beni bu Araftan kurtarmalı.

Ben çok istesem de herşey yolundayken/normalken pılımı pırtımı toplayıp gideceğe benzemiyorum, kendi kendime bu kararı alacak gücü bulamıyorum, ancak yaşamda bir şey olacak burada bir şeyler kötü gidecek orada birşeyler iyi gidecek ki etkilenen/nesne olarak işte o zaman gidebileceğim.